7 Aralık 2013 Cumartesi

Et maintenant on va où? (2011) - Peki Şimdi Nereye?

2007 yılında çektiği Karamel filminin ardından Nadine Labaki, 2011 yılında senaryosunu yazdığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlenip ayrıca rol aldığı ikinci filmi "Et maintenant on va où?" ile seyirci ile buluştu. "Peki Şimdi Nereye?", yine ilk filmde olduğu gibi kadın karakterlerin öne çıktığı bir film, ancak ele aldığı konularla Karamel'den biraz ayrılıyor. Film, Lübnan'da Müslüman ve Hristiyan halkın birlikte yaşadığı unutulmuş, küçük bir köyde geçiyor. Savaşın ardından, birlikte barış içerisinde yaşayan köylülerin huzuru, dışarıdan gelen çatışma haberleri ile bozulur, iki taraf arasında ister istemez gerginlikler yaşanmaya başlar. Ne var ki, köyün kadınları ne oğullarını ne de kocalarını savaşta kaybetmeye hiç niyetli değildir ve olası bir çatışmaya engel olmak için türlü türlü yollar deneyeceklerdir.
 
 

24 Ekim 2013 Perşembe

La fille sur le pont (1999)

http://www.imdb.com/title/tt0144201

Sevilmeye olan zaafı sebebiyle hayatı boyunca insanlar tarafından kandırılmış, şanssızlığına yürekten inanan 22 yaşında genç bir kadın, tüm umutlarını yitirdiğinde bir köprü üzerinde, yaşamından vazgeçmek üzeredir. Hata yapmak üzere olan Adele'i, fark eden  tek kişi ise bıçak atıcı Gabor'dan başkası değildir. Bu karşılaşmadan sonra, birlikte çalışmak için hayatından vazgeçmek üzere olan kadınları aradığını söyleyen Gabor ile Adele sirklerde beraber çalışmaya başlarlar. Kahramanlarımızın yollarının kesişmesine kaderin cilvesi de denebilir, "şans" da denebilir, zira ikili bir aradayken öncesinin aksine şansları hep yaver gidecektir; ancak bunun ve aşklarının farkına varabilmeleri için bir kez de olsa yollarının ayrılması gerekecektir. 
 
Seine Nehrinden, Marmara Denizi'ne uzanan siyah-beyaz görüntüler, etkileyici müzikler ve ikilinin arasında film boyunca hissedilen romantizm ve tutku ile film, damağımızda hatırı sayılır bir tat bırakmayı başarıyor. En iyi aşk filmleri listemde ilk üçe oynayan bu romantik Fransız filmi, kesinlikle görülmeye değer.

 

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Lars and the Real Girl (2007)

Ryan Gosling'in baş rolünde olduğu 2007 yapımı bağımsız film Lars and the Real Girl, son zamanlarda izlediğim filmler içerisinde en etkileyicisiydi. Sakin, belki biraz durağan ama hiç sıkmayan, umut dolu bir film.

Lars, içine kapanık, insanlardan kaçan ve onların yanında hiç de iyi hissetmeyen 27 yaşında genç bir adamdır. Abisi Gus'un evlenmesinin ardından evden taşınmış ve evin yanındaki garaja yerleşmiştir. Gus'ın eşi Karin, Lars'ın garajda tek başına yaşaması, kendilerinden ve diğer insanlardan kaçması konusunda çok endişelidir, ancak Lars halinden memnun görünmekte ve rahat bırakılmak istemektedir. Bir gün beklenmeyen bir şey olur, Lars'ın bir sevgilisi vardır! Gus ve Karin bu haber karşısında hem çok şaşırır hem de çok mutlu olurlar, ancak mutlulukları çok üzün sürmez; çünkü Lars'ın kız arkadaşı Bianca, internetten satın alınmış yapma bir bebektir. Buradan sonrası olabildiğince duygu yüklü ve naif bir komiklikte ilerliyor. Çünkü ailesi başta olmak üzere herkes bu durumu önce yadırgıyor, fakat Lars'ın sanrısal rahatsızlığının iyileşmesi uğruna hepsi Bianca'ya gerçek bir insanmış gibi davranmaya başlıyor, sonrasında ise onlar da en az Lars kadar alışıyorlar Bianca'ya.

18 Ağustos 2013 Pazar

Müzikal Filmler - 1

Müzikal filmler, siyah-beyaz ve/veya sessiz filmlerden sonra tavsiye etmekte en çok çekindiğim kategoriye giriyor. Çünkü durup dururken şarkı söylemeye başlayan insanları pek anlamlandıramayan birçok kişi tanıyorum. :) Olaya bu şekilde bakınca o kadar da haksız sayılmazlar ama ben oldum olası müzikalleri de müzikal filmleri de çok keyifli bulurum, bu aralar da vakit buldukça daha önce izlemek üzere kenara ayırdıklarımı izliyorum. Benim gibi müzikal filmlere meraklı ya da yeni yeni ilgisini çekenler vardır belki diye bu türde sevdiğim filmlerden birkaçını paylaşıyorum, vakit buldukça yenilerini de eklemeye çalışacağım.

Şimdiden iyi seyirler :)

 
Singin' in the Rain - (1952)

Yönetmen: Stanley Donen, Gene Kelly         Ülke: ABD           Tür: Romantik, Komedi, Müzikal
Oyuncular: Gene Kelly, Donald O'Connor, Debbie Raynolds, Jean Hagen
 
Bir film şirketinin sessiz sinemadan, sesli sinemaya geçerken yaşadıklarını mizahi bir şekilde ele alan Singin' in the Rain, şüphesiz ki müzikal film dendi mi ilk akla gelenlerden. Don Lockwood ve Lina Lamont romantik filmlerin aranılan iki yıldızıdır. Don bugünlere kolay gelmemiş, en yakın arkadaşı Cosmo -filmin müzisyeni- ile birlikte çocukluktan beri çalışarak sonunda ünlü bir oyuncu olmayı başarmıştır. Ancak bu üne zarar gelmek üzeredir; çünkü, sesli çekimin üstesinden gelmek düşündükleri kadar kolay olmamıştır. Seyircinin olumsuz tepkisi ardından Don ve arkadaşları filmi kurtarabilmek için, müzikale dönüştürmeye karar verirler; ancak bu durum da beraberinde farklı sorunlar getirecektir. Film boyunca, 1952 yapımı bir filmin bugün hala güldürebiliyor olması ne kadar hoşuma gittiyse de uzun süren müzikli sahnelerde biraz sıkıldığımı da itiraf etmeliyim. Yine de bu durum, filmi yüzümde gülümseme ile izlememe engel olamadı, özellikle Gene Kelly ile Donald O'Connor'ın performanslarından çok keyif aldım. Bol bol müzik, dans biraz da komedi ve romantizm vaat eden filmi türü sevip de izlememiş olan herkese tavsiye ederim.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Once (2006)

http://www.imdb.com/title/tt0907657/

Bu ara müzik temalı/müzikal filmlere ağırlık vermeye başladım ve All That Jazz'dan sonra 2006 İrlanda yapımı "Once" ile karşınızdayım! Once, filmin afişinde "Doğru insanla kaç kere karşılaşabilirsiniz?" sorusuyla bizlere sunulan, modern bir müzik filmi.

Dublin'de geçen filmde, kahramanlarımızdan biri (isimlerini asla öğrenmiyoruz) annesinin ölümünden sonra babasının tamir dükkanında ona yardım eden, onun dışında da sokaklarda gitar çalıp şarkı söyleyerek para kazanmaya çalışan bir adamdır. Londra'da yaşayan eski kız arkadaşını unutamamıştır. Diğer kahramanımız ise eşinden ayrılıp annesi ve küçük kızıyla birlikte Dublin'e yerleşmiş çek bir kızdır. Müziğe olan sevgileri ile yolları kesişen kahramanlarımız, adamın albüm çıkarma hayalleri ile birlikte bir demo hazırlamaya karar verirler. Film boyunca duyulan tüm şarkılar hikayeye hizmet ederken, bizlere de filmin ve müziklerin keyfine varmak kalıyor.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

#direngezi

Son yazımı yayınlama tarihimin üzerinden tam 48 gün geçmiş. Normal koşullar altında bu kadar uzun bir ara verdiğim için kendime kızabilirdim ancak bu seferlik mazur görüyorum; çünkü öyle günler yaşadık ki, sokaklardaki hareketin bir parçası olmamak, başka bir şeylerle ilgilenmek rahatsızlık verir olmuştu vicdanımıza. İtiraf edelim, hiçbirimiz bunu beklemiyorduk, bu kadarını beklemiyorduk; Gezi Parkının yıkımına başlanması son damla oldu ve hep birlikte uykumuzdan uyandık, tüm farklılıklarımıza rağmen sadece insan kimliğimizle yan yana durmayı öğrendik, evet son bir buçuk ayda biz çok şey öğrendik. Yaşanan onca acıdan sonra bu öğrendiklerimizi unutmamak hepimizin boynunun borcu. En kötüsü, en acısı, tüm bu olaylardan sonra birilerinin hayatı asla eskisi gibi olmayacak, işte bu yüzden asla unutamayız ve unutmayacağız. 
 
Bu konuda söylenecek daha çok şey var belki, ama ben şimdilik sözü yaşananlarla ilgili yapılmış çalışmalara bırakacağım. Hep hatırlamamıza yardımcı olacak kayıtlardan sadece üçü:
 
 
Emeği geçen herkese teşekkürler, hazırlayanların da ellerine sağlık.
 

18 Mayıs 2013 Cumartesi

All That Jazz (1979) - It's showtime folks!

http://www.imdb.com/title/tt0078754/
All That Jazz, anlatmaya neresinden başlasam bilemediğim, tam manasıyla dolu dolu bir film. Filmi tanımlarken "ölüm"ü anlatan film mi demeliyim, yoksa "yaşam"ı anlatan hayat dolu bir film mi demeliyim karar veremedim. Ya da gösteri dünyasına ayna tutan, övdüğü kadar olumsuz eleştiride bulunmaktan da geri durmayan bir film olduğundan da bahsedebilirim. Tabi tüm bunları söylerken, filmin mükemmel kullanılmış müzikal anlatımına da bir noktada mutlaka değinmem gerekecektir.

Joe Gideon, kadınlara, sigaraya, koşuşturma şeklinde akıp giden hayata tutkuyla bağlı, gösteri dünyasının en başarılı isimlerinden biridir. Ancak, hızlı ve yoğun yaşantısının bir sonucu olarak erken denilecek yaşta ölümle savaşırken bulmuştur kendisini. Ölüm döşeğindeyken, güzel bir kadın görünümünlü ölüm meleği ile olan diyalogları ile açılır film. Ölüm meleği ile dahi flört edecek kadar kadınlara düşkün olan Joe'nun hayatında ayrı bir yere sahip olan üç kadın vardır: eski eşi Audrey, sevgilisi Kate ve küçük kızı Michelle. Filmin ilerleyen bölümlerinde Joe ile birlikte geçmişe gidiyor ve başta bu üç kadın ile ilgili olmak üzere geçmişi ile yüzleşmesini, mutluluklarını ve pişmanlıklarını yer yer şahane müzikler ve fantastik öğeler eşliğinde izliyoruz.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Barfi! (2012)


Baharın gelmesi, havaların güzelleşmesi ile birlikte buraları biraz ihmal etmiştim. Birkaç haftalık araya bu cuma gösterime giren ve hakkındaki övgülere kayıtsız kalamadığım "Barfi: Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur" ile son veriyorum! :) Barfi, enteresan bir film, hem her aşk filminden aşina olunan duygulara değiniyor hem de aşk üçgenini oluşturan kahramanlardan birinin sağır ve dilsiz, birinin otistik olmasıyla toplumun "sıradışı" olana bakış açısına ve toplum baskısının hayatlarımızı nasıl şekillendirebileceğine yer veriyor.

19 Nisan 2013 Cuma

Kendini İyi Hisset Filmleri - 3

Hafta sonu film izlemek isteyenler için fikir verebilir belki diye düşünerek "bu filmi ne zaman izlesem beni mutlu eder" demeye devam ediyorum. Önceki yazılarda hep dört film paylaştığım için bu adeti bozmuyorum, şimdiden iyi seyirler!

Flipped - (2010)

Yönetmen: Rob Reiner           Ülke: ABD           Tür: Romantik, Komedi, Dram
Oyuncular: Madeline Carroll, Callan McAuliffe

Olağanca masumluğuyla bir "ilk aşk" öyküsü duruyor karşımızda. Öyle bir film izleyeyim ki bittiğinde daha pozitif hissedeyim, her şey gözüme daha güzel görünsün diyenler için iyi bir seçim olacaktır. Juli, evlerinin karşısına taşınan Bryce'a ilk karşılaştıkları an, ikisi de henüz yedi yaşındayken, aşık olmuştur. Juli'nin uzun yıllar devam eden ilgisi, ortaokula başladıklarında Bryce için artık rahatsızlık verecek boyuttadır. Ancak bu hep böyle mi gidecek? Tabi ki de hayır! 8. sınıfa geldiklerinde yaşayacakları, ikiliyi tüm farklılıklarına rağmen çok güzel duygularla birbirine yakınlaştıracaktır. Oyuncuların seçimi ve her iki küçük oyuncunun da başarılı oyunculuklarıyla hikayenin hakkı verilmiş. Wendelin Van Draanen aynı isimli romanından uyarlanan film, her yaştan izleyicinin severek izleyebileceği, ilk aşkın masumiyeti ve güzelliğini hatırlatan sevimli bir film. 

28 Mart 2013 Perşembe

Tabu (2012)

http://www.imdb.com/title/tt2153963/

Bazı filmleri çok beğendiğimi düşünerek izlememe rağmen, filmden çıktıktan bir süre sonra ne aklımda bir sahnesi kalmış oluyor, ne de çok güzeldi demeyi içime sindirebiliyorum. Bazı filmlerde ise aksine, izlememin üzerinden geçen zamanla filmin etkisi daha çok artıyor, bıraktığı tat güzelleşiyor, işte böyle filmleri üzerinde düşünmeye, konuşmaya değer filmler olarak görüyorum. !f 2013 kapsamında izlediğim Miguel Gomes'in yönettiği "Tabu", kesinlikle ikinci tanıma dahil edeceğim bir film. Tabu, dokunaklı ve tutkulu bir aşk hikayesini arka plana Portekiz'in Afrikadaki sömürgeciliğini yerleştirerek anlatan, senaryo ve kurgusundaki özgünlüğü ile kesinlikle dikkate değer bir yapım.

12 Mart 2013 Salı

32. İstanbul Film Festivali

Sinemaseverler tarafından yakından takip ediliği üzere 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali 30 Mart - 14 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek. Festival yaklaşırken filmlerden dikkatimi çekenlerden kısa bir liste hazırladım, arzu edenler göz atabilir.


Başka Bir Hayat (Dans La Maison / In The House) - Fransa 2012

Yönetmen: François Ozon
Oyuncular: Fabrice Luchini, Kristin Scott Thomas, Emmanuelle Seigner, Denis Ménochet, Ernst Umhauer, Bastien Ughetto, Jean-François Balmer, Yolande Moreau 

16 yaşındaki Claude isimli bir lise öğrencisi, ödevi için kendisine ilham ararken bir sınıf arkadaşının evini gözleyerek kompozisyonuna konu eder. Ne var ki Claude'un yazma yeteneği ile farkına vardığı gözlemciliği zamanla röntgenciliğe dönüşecek ve olaylar kontrolden çıkacaktır. 2012 San Sebastian En İyi Film, En İyi Senaryo ve 2012 Toronto FIPRESCI Ödülleri’ni kazanan film, festivalin öne çıkan filmlerinden.

9 Mart 2013 Cumartesi

Kendini İyi Hisset Filmleri - 2

Ne izlesem diye düşünürken, biraz olsun yardımcı olur diye düşünerek seçtiğim filmleri paylaşmaya devam ediyorum. İşte benim "bu filmi ne zaman izlesem beni mutlu eder" filmlerimden bir dörtlü daha. 

iyi seyirler!


Yönetmen: Sharon Macquire         Ülke: İngiltere, ABD           Tür: Romantik, Komedi 
Oyuncular: Renée Zellweger, Colin Firth, Hugh Grant


"Bridget Jones'un Günlüğü", izleyicisini hiç yormadan, keyifli vakit geçirtecek filmler listemde kesinlikle ilk üçe oynayan bir film. 2004 yılında filmin devamı olarak çekilen "Bridget Jones: Mantığın Sınırı" da ilk filmin tadını yakalayamasa dahi, filmin sevenleri için müjdeli bir haber olmuştu. Serinin üçüncü filmi olarak planlanan "Bridget Jones'un Bebeği"ni ne zaman izleyeceğimizle ilgili ise duyurulmuş bir tarih yok henüz. Filmin konusuna gelirsek, Bridget, otuzlu yaşlarının başında Londra'da yaşayan ortalama bir kadındır. Bir türlü kurtulamadığı fazla kiloları, gereğinden biraz fazla olan alkol ve sigara tüketimi, en çok da doğru erkeği bir türlü bulamıyor oluşu ile başı derttedir. Bridget, yeni yıl ile birlikte hayatını düzene koymaya karar verir ve buna yardımcı olacağını düşünerek günlük tutmaya başlar. Hayatında yeni bir sayfa açmaya kararlı olan kahramanımız, 32. yaşıyla birlikte kendisini, birbirine tam zıt karakterdeki iki adamın aşkı arasında bulacaktır. Bir yanda başarılı avukat, her şeyiyle düzgün bir profil çizen Marc Darcy, bir yanda hiç güven vermeyen ama çok çekici bir adam olan Daniel Cleaver, bakalım Bridget Jones gerçek aşkı hangisinde bulacak? Beklentileri çok yüksek tutmadan, iyi vakit geçirmek için izlendiğinde amacına tam anlamıyla hizmet edeceğini düşündüğüm şirin bir romantik komedi.

25 Şubat 2013 Pazartesi

85. Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu

Nihayet beklenen gün geldi ve dün gece 85. Oscar Ödül Töreni gerçekleşti. En iyi film dalında ödülü beklendiği gibi Ben Affleck'in yönetmenliğini yaptığı "Argo" filmi alırken, en iyi yönetmen ödülünü Pi'nin Yaşamı ile Ang Lee kazandı. Tüm listeye şöyle bir göz atınca, 85. Oscar Ödül Töreni geceyi pek fazla sürpriz yapmadan  kapattı demek mümkün görünüyor.

İşte 2013 Oscar Sahipleri:

En iyi film: Argo (George Clooney, Ben Affleck, Grant Heslov)
En iyi yönetmen: Ang Lee (Life of Pi)
En iyi kadın oyuncu: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
En iyi erkek oyuncu: Daniel Day-Lewis (Lincoln)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Anne Hathaway (Les Misérables)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (Django Unchained)
En iyi uyarlama senaryo: Chris Terrio (Argo)
En iyi özgün senaryo: Quentin Tarantino (Django Unchained)
En iyi yabancı dilde film: Amour (Avusturya)
En iyi film müziği: Life of Pi (Mychael Danna)
En iyi film şarkısı: Skyfall (Skyfall - Adele ve Paul Epworth)
En iyi animasyon: Brave (Mark Andrews ve Brenda Chapman)
En iyi kısa animasyon: Paperman (John Kahrs)
En iyi kısa film: Curfew (Shawn Christensen)
En iyi belgesel: Searching for Sugar Man (Malik Bendjelloul ve Simon Chinn)
En iyi kısa belgesel: Inocente (Sean Fine ve Andrea Nix Fine)
En iyi film kurgusu: Argo (William Goldenberg)
En iyi görsel efekt: Life of Pi (Bill Westenhofer, Guillaume Rocheron, Erik-Jan De Boer ve Donald R. Elliott)
En iyi görüntü yönetimi: Life of Pi (Claudio Miranda)
En iyi kostüm tasarımı: Jacqueline Durran (Anna Karennina)
En iyi yapım tasarımı: Lincoln Rick Carter (Dekor: Jim Erickson)
En iyi makyaj ve saç stili: Les Misérables”(Lisa Westcott ve Julie Dartnell)
En iyi ses kurgusu: Skyfall (Per Hallberg ve Karen Baker Landers) ve Zero Dark Thirty (Paul N.J. Ottosson)
En iyi ses miksajı: Les Misérables (Andy Nelson, Mark Paterson ve Simon Hayes)

23 Şubat 2013 Cumartesi

Kelebeğin Rüyası (2013)

Son birkaç gündür gerek reklam panolarını süsleyen afişlerden, gerek film hakkında okuduklarımdan, gerekse filmin vizyona girmesi için sabırsızlanan eş dosttan dolayı Kelebeğin Rüyası filmine dair büyük bir merak uyandı içimde. Bir yanda medyada yazılıp çizilenlerin bu kadar etkisinde kalmış olmanın verdiği rahatsızlık bir yanda merakım, vizyona girdiği ikinci gün gidip izledik Kelebeğin Rüyası'nı. Dokunaklı hikayesi, ince mizah anlayışı, daha fragmanı ile kendinden söz ettiren görüntü yönetmenliği, başarılı oyunculuklar ve tabi şiirlerle donatılmış oluşu ile film, beklentileri büyük ölçüde karşılıyor.

Film, Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden yıllarda modern bir kent olma yolunda ilerleyen ve madenciliğin ön planda olduğu 1940'ların Zonguldak'ında açılıyor. Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ), hem memur olarak çalışan hem de bir taraftan edebiyata, şiire gönül vermiş iki çok yakın arkadaştır. En büyük hayalleri Varlık dergisinde şiirlerinin yayınlanması olan bu iki

9 Şubat 2013 Cumartesi

Kendini İyi Hisset Filmleri - 1

Yoğun ve stresli bir günün ardından ya da bir şekilde moralimiz bozulmuşsa ağır ya da fazlaca beyin jimnastiği gerektiren filmlere hiç yanaşamıyoruz. Böyle günlerde son dönemde "kendini iyi hisset filmi" şeklinde betimlenen filmlere ihtiyaç duyuyoruz. Hatta zamanla, çoğu kişi için belli aralıklarla tekrar tekrar izlediği filmlere dönüşüyor bu filmler. İşte benim "bu filmi ne zaman izlesem beni mutlu eder" filmlerimden birkaçı, devamı da gelecek :)

Little Miss Sunshine - (2006)

Yönetmen: Jonathan Dayton, Valerie Faris           Ülke: ABD           Tür: Komedi, Dram
Oyuncular: Steve Carell, Toni Collette, Greg Kinnear, Abigail Breslin

Şirin mi şirin bir aile ve yol hikayesi. Evin küçük kızı Olive, filme adını veren Little Miss Sunshine isimli çocuk güzellik yarışmasına katılmaya hak kazanır. Bunun üzerine tüm aile fertleri küçük Olive'i yarışmaya götürmek üzere minibüse atlayıp yola koyulur. Bu yolculukta yaşayacakları, birbirinden uzaklaşmış olan aile bireylerini yeniden birbirine bağlayacak ve "aile"nin önemini kavramalarını sağlayacaktır. Evin şirin  küçük kızı, eroin bağımlısı çılgın bir dede, hayatta başarılı olmaya anormal derecede takıntılı ama bir türlü başarıyı yakalayamayan bir baba, pilot olmak isteyen, o zamana kadar konuşmama yemini etmiş Nietzsche hayranı ergen bir abi, aşk yüzünden intihara teşebbüs etmiş eşcinsel bir dayı ve tüm aileyi bir arada tutmaya çalışan anne karakteri ile Little Miss Sunshine, enteresan bir o kadar da keyifli bir film. İçimi ısıtacak bir film arıyorum diyenlerin ilk tercihi olabilecek sıcaklıkta bir sevgi hikayesi. 

2 Şubat 2013 Cumartesi

Silver Linings Playbook (2012)

 http://www.imdb.com/title/tt1045658/

Silver Linings Playbook, Amerikan filmlerinde görmeye çok alışkın olmadığımız sıcaklıkta bir sevgi hikayesi. Filmi bu şekilde tanımlamamın sebebi sadece aşkı değil, arkadaşlık ve aile ilişkilerini de güzel bir anlatımla işleyebilmiş olması. Matthew Quick'in romanından uyarlanan filmin yönetmenliği ve uyarlama senaryosu David O. Russell'a ait. Filmin baş rollerinde ise, Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence'ı izliyoruz, bonus olarak bir de Robert De Niro var tabi.

Pat Salitano (Bradley Cooper), hayatının en zor evrelerinden birinden geçmektedir. Karısı Nikki tarafından aldatılması üzerine yaşadığı sinirsel patlama, kendisini mahkeme kararı ile rehabilitasyon merkezinde bulmasına sebep olmuştur. Bipolar kişilik bozukluğu tanısı konan Pat, sekiz ay tedavi gördükten sonra ilaçlarına ve terapilerine devam etmek koşulu ile ailesinin yanına, eve döner. Şimdiyse Pat'in tek bir amacı vardır, hayatını düzene koyarak Nikki'i iyileştiğine inandırmak ve onu geri kazanabilmek. Ne var ki, en az Pat kadar sorunlu bir yaşantısı olan Tiffany (Jennifer Lawrence) ile tanışması Pat'in hayatını değiştirecek ve önüne farklı yollar açacaktır.

1 Şubat 2013 Cuma

Django Unchained (2012)

http://www.imdb.com/title/tt1853728/

Son olarak Inglourious Basterds ile karşımıza çıkan Tarantino, bu kez westerne -aslında kendisi southern olarak tanımlıyor- el atıyor ve kendi tarzıyla harmanlayıp her zamanki gibi ilginç bir seyir sunuyor bizlere. Quentin Tarantino dendi mi çoğu sinema izleyicisinin aklına tabi ki kan-şiddet ikilisi geliyor. Baştan söyleyeyim, filmde yine bol bol kan akıyor, ama diğer filmlerine nazaran rahatsız edici sahneler daha seyrek, en azından kimsenin kulağı kesilmiyor, kafa derisi yüzülmüyor! Diğer taraftan, film müzikleri her zamanki gibi çok iyi seçilmiş ve filmin içerisine güzelce serpiştirilmiş. Gelelim Django Unchained'in konusuna: film, Amerika İç Savaşı'ndan iki yıl önce Güney Amerika'da geçiyor. Alman bir ödül avcısı olan Dr. Schultz, kellesine ödül konan suçluları bulmak için Django isimli bir kölenin yardımına ihtiyaç duyar. Bunun üzerine Dr. Schultz ve Django bir anlaşmaya varır, Django, Dr. Schultz'a aradığı adamları -Django'nun eski sahipleri- bulmasına yardım edecek, Dr. Schultz da Django'ya özgürlüğünü verecektir. Ancak ilk ortak görevlerini başarıyla tamamlamalarının ardından, iyi bir takım olduklarının farkına varan ikili bir müddet daha birlikte çalışmaya karar verir. Sonrasında birlikte Django'nun karısı Broomhilda'yı köle tüccarlarının elinden kurtarmak üzere bir plan hazırlayıp "Candyland" çiftliğine doğru yola koyulacaklardır.


29 Ocak 2013 Salı

Toki o kakeru shôjo (2006) - Time waits for no one!


Zamanda yolculuğu içeren filmler, konu itibari ile izleyiciye her zaman cazip görünmüştür. Sanırım bu durum, hepimizin geçmişte değiştirmek istediğimiz bir şeyler olmasından ve tabi ki geleceğe ilişkin duyduğumuz büyük meraktan kaynaklanıyor. Bu yüzden insanlık olarak, teknolojinin zaman makinesini keşfedeceği noktaya gelmesini iple çekiyoruz :) Türkçeye "Zamanda Sıçrayan Kız" olarak çevrilen Toki o kakeru shôjo animasyon filmi de zamanda sıçramayı keşfeden lise öğrencisi bir kızın bu keşfi sonrasında yaşadıklarını konu alıyor. Yasutaka Tsutsui'nin "The Little Girl Who Conquered Time" isimli romanından uyarlanan animenin yönetmenliğini Mamoru Hosoda yapmış, uyarlama senaryosu da Satoko Okudera'a ait.

12 Ocak 2013 Cumartesi

Amour (2012)


Bir insanı gerçekten sevince, onun en zor gününde yanında olmak da severek yapacağımız bir şey olabilir mi? Yoksa elimizden gelecek olan en fazla şey, istemeyerek de olsa bu duruma katlanma görevini layıkıyla yerine getirmek mi olur?


11 Ocak 2013 Cuma

and the Oscar goes to...


Yok, daha bir yere gitmiyor Oscar, ama meraklıları tarafından bilindiği üzere 24 Şubat'ta gerçekleşecek olan 85. Oscar Ödül Töreni adayları bugün belli oldu. Şahsım adına, Akademi Ödülleri çocukluğumdaki tadı artık pek vermiyor olsa da 2013'ün adaylarına göz atmakta fayda var.

ve işte 2013 Adayları:

En İyi Film