http://www.imdb.com/title/tt0335266/
İki insanın iki ayrı hikayesinin kesişimi. Yalnız, mutsuz ve hayatta kaybolmuş olmaları dışında pek ortak noktası bulunmayan Bob ve Charlotte, kendilerini hiç ait hissetmedikleri, tamamen yabancı oldukları bir yerde tesadüfen karşılaşıyorlar. Bu iki insan için bu yerin adı "Tokyo"; ama sanki her nereye giderlerse gitsinler o "Tokyo"da yaşayacaklar. Çünkü, yaşanılan hayata ait hissetmemek, anlaşılmamak, hangi yöne gideceğini bilmemek, bitmek bilmeyen bir arayış içerisinde olmak için zaman ve mekanın önemi yoktur çoğu zaman.
Bob Harris (Bill Murray) Tokyo'ya bir viski reklamı çekimleri için gitmiş ünlü bir aktördür. Filmde ilk göründüğü andan itibaren anlıyoruz ki mutsuz bir adamdır. Fotoğrafçı eşinin işi sebebi ile Tokyo'ya gelmiş olan Charlotte (Scarlett Johansson) da bir o kadar mutsuz ve yalnızdır. Geçici olarak bulundukları bu şehirde ikilinin yolları kesişir ve olağanca sade ve güzel bir paylaşım başlar aralarında, aşk değil evet paylaşım.
Filmi sevdim, bunda belki de izlediğim günkü ruh halimin de etkisi vardır. Uzun zamandır elimde bulunan bu filmi özellikle kendimi biraz yalnız hissettiğim, biraz dışarıdan soyutladığım bir günde izlemiş olmam hoş bir tesadüf oldu benim için. Bazı detaylar da ayrıca hoşuma gitti. Kahramanımız Bob'un duş alırken duşu kendi boyuna getirmeye çalışması, spor yaparken japon teknolojisi karşısındaki acemiliği sadece Japonya ile olan farka yapılan bir gönderme değil bana göre, başta da belirttiğim gibi Tokyo bahane, bulunulan çevreye ayak uyduramamak, uymamak, sığmamak, yetişememekle alakalı tüm hikaye. Öte yandan Amerika ve Japonya arasındaki farklılıklara yapılan esprili göndermeler bizim için izlemesi keyifli olsa da japonlar aynı fikirde olmayabilir belki? :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder